Esther Benbassa İspanya’dan Osmanlı’ya göç etmiş bir Yahudi ailenin kızı. Şu anda akademisyen ve siyasetçi. 2012 yılından beri Fransız Senatosunda Avrupa Ekolojisi-Yeşiller Partisi bünyesinde siyasi hayatına devam eden Benbassa aynı zamanda Fransa-Türkiye Dostluk Grubu ve Fransa-İsrail Dostluk Grubu Başkan Yardımcısı. Benbassa ile Türkiye ve Fransa Yahudileri, iki ülke hükümetlerinin Yahudilere karşı sergilediği tutum, antisemitizm ve anti-Siyonizm üzerine konuştuk.
Pınar Kılavuz Ekerbiçer / Paris
Bize Esther Benbassa’yı tanıtır mısınız?
İstanbul’da Sefarad bir ailede dünyaya geldim. İlkokul eğitimimi İstanbul Işık Lisesinde tamamladıktan sonra ortaokula Sainte Pulchérie Fransız Lisesinde devam ettim. Ortaokul bitince ailemle beraber İsrail’e yerleştik, orada da Fransız okulunda eğitimime devam ettim. Lise sonu sınavımı (Fransız bacccalauréat) İsrail’de Fransa Büyükelçiliğinde verdim. Daha sonra iş hayatına atıldım; bir yandan üniversitede eğitime devam ederken bir yandan da turizm sektöründe çalıştım. İsrail’de üniversiteyi birincilikle bitirdiğim için ABD ve Fransa’dan burs kazandım ve Fransa’yı tercih ettim. Belki o zaman, gençken yanılmış olabilirim ama ben Fransız kültürü ile büyüdüm, Fransızca benim için kültür diliydi. (Seneler sonra Amerika’ya ders vermek için gittim.) 23 yaşıma geldiğim zaman burslu öğrenci statüsünde Fransa’ya geldim ve bir Fransız’la evlenerek Fransız oldum. On beş yıl boyunca lisede öğretmenlik yaptım. Aynı zamanda da doktora tezi yazdım. İlk doktora tezim Yahudiler hakkında değildi; konusu 1871 senesinde gerçekleşen Fransız Komünü idi. Babam vefat ettikten sonra ait olduğum toplumun tarihi ile ilgilenmek istedim. O zamanlarda Osmanlı Yahudileri üzerine yapılmış çalışmaların çoğu amatördü. İkinci tezimi (thèse d’Etat) Osmanlı İmparatorluğunun son Hahambaşısı Hayim Nahum üzerine yaptım. Daha sonra Fransa’da bir araştırma merkezinde (CNRS) yüksek araştırmacı olarak çalışmaya başladım. Bugüne kadar 20-30 tane kitap yazdım ve bunların tamamı 14 dile çevrildi. 2000 yılında Sorbon’daki, 19. yüzyılda kurulmuş Yahudi Tarihi kürsüsüne profesör olarak seçildim ve bu göreve seçilen ilk kadın profesör oldum. Sefarad Yahudileri üzerine çalışmalar yürüttüğüm bir araştırma merkezim var aynı üniversitede.
Fransız Senatosundaki görevlerinizden de bahseder misiniz?
2012 senesine kadar hiç politikayla ilgilenmedim. 2012’de Yeşiller Partisi beni senatör olmak için davet ettiğinde 5-6 ay kadar düşündükten sonra kararımı verdim ve daha sonra seçimleri kazandım. Bana senatoda “Sessiz insanların senatörü” derler, çünkü ben insan hakları, fakirlerin ve mültecilerin hakları için çalışıyorum.
Fransa-Türkiye Dostluk Komitesi Başkan Yardımcısı olarak iki ülke arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fransa-Türkiye Dostluk Komitesinde ise iki ülke arasındaki ilişkilerin daha yoğun ve pozitif olması için çalışıyorum. Bugün bunu sağlamak biraz zor, çünkü Türkiye’deki ağır dindarlık ve hükümetin azınlıklara karşı sergilediği davranışlar, özellikle de Ermenilere karşı olan tutumu bu konuda zorluk çıkarıyor. Ama dediğim gibi ben bu ilişkilerin olumlu olması için elimden geleni yapıyorum.
Senatoda ve bu komitede sizden başka Türk vatandaşı var mı?
Hayır, ben senatodaki ilk ve tek Türkiye doğumluyum.
Antisemitizm hem Avrupa’da hem de Türkiye’de yükseliş göstermekte. Siz Türkiye ve Fransa’daki antisemitizm biçimleri hakkında ne gibi benzerlikler ve farklılıklar görüyorsunuz?
Osmanlı tarihi üzerine araştırma yapan insanların bildikleri gibi azınlıklar hiçbir zaman tam vatandaş olmadı. Ama o zamanlarda antisemitizm halktan değil daha çok Rumlardan kaynaklanırdı, yani aslında dine karşı değildi. Bu antisemitizmin nedeni “Yahudiler, Hz. İsa’yı çarmıha gerdi” fikriydi. Bunu antisemitizm olarak değil anti-Judaism olarak tanımlamak daha doğru olur. Atatürk zamanında ise Yahudiler, diğer azınlıklar gibi tam vatandaş olamadılar. II. Dünya Savaşı zamanında ise, medyada antisemitizm oldukça sık rastlanan bir olguydu. Dönemin Almanya Büyükelçisi Franz Von Papen tanınmış bir Nazi’ydi. Von Papen’in Türkiye’de antisemitizm üzerinde etkisi vardı. Savaş zamanında Türkiye, Fransa’da yaşayan Türk Yahudilerine yardım etti; ancak kurala uygun Türk pasaportu olmayanlar da Avrupa’daki Yahudiler gibi yaşamlarını Auschwitz kampında kaybettiler. Türkiye savaşa katılmamış olsa da azınlıklara karşı olan ayrımcı tutum devam etti. Varlık Vergisi bu konuda önemli bir noktadır. Varlık Vergisi azınlıkları bitirdi; Yahudileri, Ermenileri ve Rumları… Stalingrad’ın düşmesi ve Almanların savaşı kaybedeceği belli olduğu zaman Türkiye Aşkale’deki çalışma kamplarını boşaltmaya başladı. Kamplardan dönen Yahudilerin çoğu İsrail’e gitti. 1949 senesinde Türkiye’den İsrail’e 30 bin kişi göç etti. Aşkale çalışma kamplarının ve Varlık Vergisinin bu göçteki etkileri büyük. Türkiye’de antisemitizm devam ederse Yahudilerin çoğunun Türkiye’den ayrılacaklarını düşünüyorum.
Sizce Türk hükümeti Yahudilere doğru bir adım atıyor mu? Yakın zamanda Edirne Sinagogu restore edilerek yeniden ibadete açıldı, bu gelişmeyi nasıl yorumluyorsunuz?
Bu gelişmelerin bir propaganda ve mizansen olduğunu düşünüyorum. Her zaman “Yahudiler Müslümanları öldürüyor, Filistinli Müslüman kardeşlerimizi öldürüyorlar” söylemleri ile toplumda olumsuz bir algı oluşturuluyor. Erdoğan çoğu zaman Yahudi lobisinden ve faiz lobisinden bahsederek “Yahudiler zengin, bunlarda para var, dünyayı Yahudiler yönetiyor” mesajını da gündemde tutuyor.
7 Haziran’da Türkiye’de genel seçimler oldu ve mecliste şu anda üç Ermeni, bir Süryani ve bir de Roman milletvekili var. Fakat hiç bir Yahudi aday olarak gösterilmedi. Bu konuyu nasıl yorumlarsınız?
- ve 20. yüzyıllara baktığımız zaman Türkiye meclisinde Yahudi milletvekilleri vardı. Şimdi yok ve zannedersem bu tek taraflı bir mesele değil; Yahudiler de milletvekili olmak istemiyor, politika ile uğraşmak istemiyorlar. Çünkü günümüz Türkiye’sinde yalnızca antisemitizm değil anti-Siyonizm de var. Türkiye’de yaşayan Yahudi vatandaşlar İsrail’in her politikasından sorumluymuş ya da karar yetkisi varmış gibi değerlendiriliyor, bunlar da problem yaratıyor. Türkiye’de Yahudiler politikadan uzak duruyorlar. Bunun en büyük nedeni korku, çünkü biliyorlar ki söyledikleri en ufak bir şey toplumun hoşuna gitmezse alacakları tepki büyük, hedef gösterilme ihtimalleri çok yüksek. Bu koşullarda Türkiye’de bir Yahudi’nin milletvekili seçilmesi imkânsız.
HDP’nin yüzde 10 barajını aşmasını azınlıklar açısından değerlendirir misiniz?
Politikacı kimliğimle konuşursam bu barajın aşılmasını çok önemli buluyorum. Başkanlık sisteminin oluşması imkânsız bir hal aldı ve Erdoğan artık ‘Sultan’ devrinin sonuna geldi. Bu seçimlerin sonucunda yüzde 40 gibi oranda oy almasına rağmen prestij kaybı yaşadı ve istediği sonucu elde edemedi, tek başına iktidar olamadı. Artık Türkiye daha demokratik bir ülke olabilir diye düşünüyorum.
Peki, biraz da Fransız hükümetinin antisemitizme ve anti-Siyonizm’e karşı tutumundan bahsedelim.
Fransa, ırkçı, İslam karşıtı ya da antisemit bir ülke değil. Ayrımcılığın her türlüsüne karşı ellerinden geleni yapan bir hükümet var. Yahudilere “Merak etmeyin biz sizi koruyoruz” derken tamamen samimiler.
Geçtiğimiz haftalarda CRIF kongresine gittim ve orada Fransız Sosyalist Partisi Baş Sekreteri Jean-Christophe Cambadélis bu konu hakkında konuştu. Kongre esnasındaki gözlemlerimi de daha önceki haberimde aktardım. Siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle şunu söylemek isterim, Fransa’daki Yahudilerden bir grup gibi bahsedemeyiz. Genellemek mümkün değil, çok farklı düşünceler, inançlar var. Resmi cemaat genelde İsrail’i korur. İsrail’i korumaları benim için problem değil fakat İsrail’de yaşanan problemleri Fransa’ya taşıyorlar. Fransız banliyölerindeki Müslüman gençler Filistinli gençler ile aralarında bir bağ kurarken, Yahudi gençler ise İsrailli yaşıtları ile kendilerini bağdaştırıyor. Arap medyası bünyesindeki TV ve radyo kanallarının yayınlarının Fransa’da izlenmesi sonucunda banliyödeki Müslüman gençler arasında antisemitizmde bir artış görüldü. Medya organları algı yönetiminde önemli bir role sahip. Charlie Hebdo katliamından örnek verirsek, teröristler bu eylemi “İslam adına” yaptıklarını ifade ettiler. Bunlardan yola çıkınca da Fransa’da yaşayan Yahudilerin kafasında İsrail’de yaşanan bu savaş Fransa’da da devam ediyor, “bizi bu ülkeden kovmadan önce biz kendimiz terk etmeliyiz” düşüncesi oluşuyor. Giden Yahudilerin çoğu iş arayanlar, ekonomik problemleri olanlar, fakat şunu da belirtmek gerekir ki gidenlerin yüzde 40’ı geri dönüyor. Korktukları için gitmeleri çok normal ama bugün önemli olan şey gitmek yerine burada kalıp sorunları beraberce çözmek. Fransız hükümeti hem Müslüman hem de Yahudi vatandaşları koruyor, fakat Yahudileri koruma isteğinin ana kaynağı tarih; biliyorsunuz ki 73 bin Fransız Yahudi’si kamplarda öldü.
Sizin kurucusu olduğunuz Alberto Benveniste Merkezinden ve orada yürütülen araştırmalardan bahseder misiniz?
Bu merkez bünyesinde araştırmalar dışında birçok öğrenciye diploma verdik, yaklaşık on beş kitap yazdık. Yaptığımız en büyük yenilik ise Fransa’da Yahudiler hakkında yapılan araştırmalara yeni bir boyut kazandırmak oldu. Araştırma yapmak isteyen gençlerin önünü açtık, onları teşvik ettik. Merkezimiz bünyesindeki öğrencilerin çok azı Yahudi. Amacımız zaten Yahudi olmayan insanlara kültürümüzü aktarmak, değerlerimizi paylaşmak. Bunu Yahudiler arasında yapmanın bir anlamı yok. Amacımız akademik düzeyde bilimsel araştırmalar yapmak.
Türk akademi dünyasında Yahudiler hakkında yapılan çalışmaları nasıl değerlendirebilirsiniz? Sizce yeterli mi?
Türkiye’de maalesef azınlıklar ile kimse çok ilgilenmiyor. Yeni yeni Ermeniler hakkında yapılan çalışmalar görüyorum fakat Yahudiler hakkında olanlar çok yetersiz. Bu durum maalesef kötü çünkü toplumlar senelerce bir arada yaşadılar, yaşamaya devam ediyorlar ve ortak bir kültür söz konusu. Yahudilerin toplumun genelinde negatif bir imaja sahip olmaları bu yetersizliğin bir sebebi olabilir.
Son olarak Fransa’dan İsrail’e gerçekleşen ve artan göçü nasıl yorumlarsınız?
Bu göçü sadece bir kaçış olarak değerlendirmiyorum, çünkü bu işin duygusal boyutu da çok kuvvetli. Charlie Hebdo katliamından sonra Yahudiler çok korktu çünkü bütün Yahudiler bilirler ki bu tarz olaylar, katliamlar gerçekleşmeye başladığı zaman sonu genelde iyi bitmez. Ben insanların bu seçimlerine saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. Son olarak şunu eklemek isterim; Fransa Yahudileri Fransa’nın bir parçasıdır, Fransızlardır. Burada kalmak zorundalar çünkü beraber savaşmak gerekiyor. Fransa’yı terk ederek sorunlara bir çözüm bulamayız. Ben tercihimi bu yönde kullandım